25 Aralık 2011 Pazar

MÜZE VE SERGİLEME MEKÂNLARINDA KULLANILAN AYDINLATMA YÖNTEMLERİ

Müzeler için en önemli noktaların başında yer alan nesne sunumu tamamen aydınlatma ile ilgilidir. Aydınlatma yöntemlerinin çok iyi bilinmesine bağlı olan müzecilik anlayışı günümüzde pek çok müzede uygulanmaktadır. Bu uygulamanın esas alındığı temel noktalardan biri de, mimari elemanların müze için belli gereksinimlerle donatılmasına ve dolayısı ile bir müze kurma aşamasında müzeye uygun olarak tasarlanmış mimari projenin varlığına ihtiyaç duyulmasıdır. Müze nesnelerinin sınıflandırılması, depolar, arşiv odaları, ziyaretçi salonları ve sergi alanları gibi pek çok önemli bölümlerin aydınlatılmaları için teknik desteklerle donatılmış bir binadan söz edilmektedir. Bu teknik donanımı destekleyebilecek binalar müze binası olarak tasarlanmış ve yeni inşa edilmiş binalardan oluşmaktadır.

IŞINIM VE BİNA UYUMU

Ülkemizde genellikle uygulanmakta olan tarihi binaların müzeye dönüştürülme geleneği aydınlatma kriterleri açısından bazı sorunlar doğurduğu açıktır. Bu tarihi binaların teknik donanımlara uygun olmayışı ve nesne sunumları için özel olarak tasarlanmamış olması aydınlatma yönünden birçok sıkıntının doğmasına neden olmaktadır. Aydınlatma elemanlarının doğru açıyla nesneye bakmaması, mesafe sorunu, ışığın rengi ve voltaj ayarının uygunsuzluğu müze nesnelerinin zarar görmesine ve sunumunun etkili olmamasına neden olmaktadır.

Ayrıca insan doğası gereği yaşlıların iç mekânlarda rahat görebilmeleri için uygun ışık desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Aydınlatmada kullanılan ışığın hem müze içerisindeki nesnelerin zarar görmemesi için hem de belli yaş grubundaki ziyaretçilerin kolay algılayabilmeleri açısından uygunluğuna dikkat edilmelidir.

Müze bölümlerinin farklı aydınlatma teknikleriyle donatılması esasına dayanması izleyicilerin duyu organlarının bulundukları ortamın niteliğine göre farklılıklar sergilemektedir. Örneğin müze kütüphanesinde bulunan bir ziyaretçi için ışık oranı yüksek tutulmalıdır. Ama bu oran nesne sergileme bölümüyle tamamen ters orantılıdır. Tüm bu ayrıntılara dikkat edilerek gerçekleştirilecek bir aydınlatmanın ne denli etkili olacağı da açık bir gerçektir.

Genel olarak müzeciliğin ilk yıllarında amaç, daha çok eseri bol ışık altında sergilemekti. Daha sonraları müzeler tarihsel, sanatsal ve bilimsel değeri olan eserlerin toplandığı, sergilendiği ve bilimsel araştırmalara sunulduğu kuruluşlar olarak değerlendirilmiştir. Bir müzede barındırılan eserler bir şahsın veya ülkenin mülkiyetinde olsa bile, bütün bir insanlığın malı olup sonsuza kadar fiziksel ve sanatsal hiçbir değişikliğe uğramadan korunacaklardır.

Günümüzde galeri ve müze aydınlatmasında dört kavram üzerinde durulmaktadır:
1- Bilinçli kullanılmış bir aydınlatma düzeni ile sergilenen nesnelerin görünmesini engelleyen kamaşmanın yok edilmesi, nesnelerin net ve doğru bir şekilde algılanmasının sağlanarak nitelikli bir izleme imkânının tanınması
2- Sergilenen nesnelerin zararlı ışınımlardan korunması
3- Gün ışığını destekleyici yapay aydınlatma düzeninin sağlanması
4- Sergileme yöntemlerinin gelişmesine bağlı olarak nesnelerin biçimsel, gereçsel, renksel, vb. özelliklerinin ortaya çıkarılması.

Sergilenen eserin çevresinde bulunan diğer eserlerle hem uyum içinde olması hem de kendi içerisinde etkisini de muhafaza etmesi gerekmektedir. Bu sergileme, esere ışığın doğru ve etkili bir şekilde kullanılmasına bağlıdır. Eğer sergilenen nesne bir yağlıboya ise, bu esere uygulanacak aydınlatmanın ziyaretçinin duruş açısına göre, tepeden dik bir açıyla ve paralel olması zorunludur. Direkt bir aydınlatma eserin doğru bir şekilde algılanmasını engelleyeceği gibi, esere büyük bir oranda da zarar verecektir. Zararlı uygulamaların ne gibi sonuçlara neden olduğu birçok müzeci tarafından bilinmektedir. En uygun düzenlemeyle donatılmış bir sergi alanı için kusur bulmak imkânsızdır. Böyle bir uygulamayla nesnenin izleyicilere sunumu etkili bir hale getirilmesi ve zararlı ışınımlardan da korunması sağlanacaktır.

DOĞAL IŞIK VE YAPAY IŞIK KARŞILAŞTIRMASI

Doğal ışıkla sergilenen nesnelerin dayanıklılığı, yapay ışıkla sergilenen nesnelere oranla daha fazladır. Gün ışığının yaşayan canlılar üzerindeki olumlu etkisi binlerce yıldır devam etmektedir. Böylesine etkili bir doğal gücün faydaları yapay ışıkla kıyaslandığında saymakla bitmez. İlk olarak bilinmesi gereken gün ışığının insan doğasının besin maddesi olmasının yanı sıra görmemizi de sağladığıdır. İşte tamda bu noktada gün ışığının gerekli ve faydalı olduğu gerçeğinde ortak bir fikir birliğine varmaktayız. Bu birlik organik nesnelerin uzun süre dayanıklı olmasını ve doğal görünümlerinin her noktasını fark edebilmemizin gün ışığıyla sağlanabileceğidir. Ayrıca gün ışığıyla sergilenen bir nesnenin detaylarının daha iyi görüldüğü de açık bir gerçektir. Ama gün ışığıyla sergilenen hassas nesnelerin (kağıt-deri-ipek kumaş vb) sergilendiği vitrinlerin camlarında koruyucu filtreler bulunmalıdır. Bununla birlikte eğer gün ışığı müze pencerelerinden ya da camla kapatılmış tavandan direk olarak nesne üzerine yönlendirilmemeli ve pencerelerin de koruyucu filtrelerle kaplanmış olması gerekmektedir.

Gün ışığını yalnızca açık alanlarda ve iç mekânların büyük camlarla oluşturulan bölümlerinde etkili olabilmektedir. Günün belli saatleri dışında gün ışığının yeterli olmadığı zamanlarda yapay ışığa gereksinim duyulmaktadır. Gün ışığının az olduğu iç mekânlarda destek ışık olarak yapay ışık kullanılmakta. Ya da karanlık iç mekânlarda tamamen yapay ışıkla donatılmış bir düzenekle karşılaşmaktayız. Oluşturulan bu düzeneğin nesne üzerinde zararlar açmamasına ve sergilenen nesnenin en etkili bir şekilde algılanmasına önem verilmelidir.

Sergilenen nesnenin rengine göre kontrast bir aydınlatmanın seçilmemesi de bir diğer konudur. Beyaz bir renge sahip olan müze nesnesinin sarı bir ışıkla aydınlatılması oldukça yanlıştır.

Bir diğer dikkate alınması gereken konu da, aydınlatma ile doğacak olan elektrik tüketimidir. Müze sergi alanları, bekleme salonları, koridorlar ve kütüphaneler gibi birçok bölümün aydınlatılması yapılırken az enerji harcayan lambalar kullanılmalıdır. Bu lambalar flüoresan diye adlandırılan enerji kullanım aygıtlarıdır. Ayrıca yapay ışık yerleştirmeleri yapılırken gereğinden çok aydınlatma aracının kullanılması da artı bir enerji kaybı doğuracaktır. Her alanın ihtiyacı kadar aydınlatma elemanı yerleştirilmeli. Belirlenmiş olan ışınım aygıtı voltaj limitine uyulmalıdır. Tüm bu ayrıntılar dikkate alındığında da enerjiden gözle görülür bir tasarruf sağlamış olur.

1997 yılında kurulmuş olan Ernst Beyeler Müzesi bu doğrultuda verilebilecek en iyi örnektir. Çünkü Ernst Beyeler Müzesi tamamen gün ışığıyla sergilemesi yapılan bir koleksiyona sahip. Mimari projesi çizilirken gün ışığının kullanılacağı kararlaştırılmış ve o doğrultuda tasarımı bitirilmiştir. Cam bir fanusu andıran Ernst Beyeler Müzesinin çevre duvarları ve tavanı pencerelerden oluşmaktadır. Bu pencereler üzerinde otomatik olarak açılıp kapanan paravanlar yer almaktadır. Güneş ısısı arttığında otomatik olarak bu paravanlar kapanmakta ve uygun sıcaklığa düştüğünde ise tekrar otomatik olarak açılmaktadır. Ayrıca sanat eseri sunumuna destek olarak ta müze duvarının bahçeye bakan bir yüzünün ön kısmına küçük bir göl eklenmiştir. Bu göl sanat eserine mizansel olarak güneş ışığını yansıtmaktadır. Nesnelerin en aza indirilmiş zararla sergilendiği bu tasarım harikası bina aydınlatma konusunda örnek olabilecek düzeyde tasarlanmış tek yapıdır. (Res 1, 2)
resim 1
resim 2

IŞIĞIN OLUMSUZ ETKİLERİ

Müzelerde sergilenen nesnelerin almış olduğu ışık açısının yanlışlığı ve gereğinden çok fazla ışığa maruz kalması nesnelere büyük zararlar verebilir. Bu nesnelerin bazıları aşırı hassas, bazıları ise dayanıklı olarak sınıflandırılmaktadır. Hassas nesneler (organik nesneler); kumaş, kağıt, ahşap, deri, organik boyalar, reçine, yağlıboya tablolar, vernikli ahşaplar vb. sayılabilir. Dayanıklı nesneler (inorganik nesneler); taş, cam, madeni eserler, pişmiş toprak vb dir. Dayanıklı nesneler, her türlü ışık açısı ve ışık ayarıyla sergilenebilmekte ve hatta açık havada dahi sergilenmektedir. Hassas nesneler için bu sergileme tekniği oldukça zordur. Bu nesneler ışıktan görmüş olduğu zararın dışında ışık dışı etkilerden de (nem vb.) zarar görmektedirler.

Bu nesnelerin gördükleri zarar hem türlerine hem de ışık ve ışınımların tayfsal yapısına göre değişir. I.C.O.M. (The International Council Of Museum), müze nesnelerini, ışıktan gördükleri zarara, ışığa duyarlılıklarına göre sınıflandırmış ve değişik sınıflara giren nesnelerin en çok kaç lüks aydınlık altında sergilenebileceklerini saptamıştır. Bununla ilgili veriler ÇİZELGE-1 de görülmektedir.
ÇİZELGE-1
Müze nesnelerinin türüne göre izin verilen aydınlık üst sınırları
NOT: Bu aydınlıkları oluşturan ışıkların morüstü ve kızılaltı ışınım içerikleri belli oranların altına düşürülmüş olmalıdır. 50 lm/m2 ve 20 lm/m2 aydınlık düzeyi durumlarında aydınlatma süresinin de sınırlandırılması gerekir.
Işık ve doğal olarak ışığa eşlik eden ışınımların zararlılık oranları ise, duyarlılık nesneye göre
değiştiğinden, ÇİZELGE-2 de göreli olarak verilmiştir. Bu çizelgede bağıl zarar oranının, hemen hemen hiç morüstü ışınım içermeyen klasik akkor lambalarda bile 0.14~0.15 olduğu, sıfır olmadığı görülmektedir. Bunun nedeni ışınımların aktinik etkisinin dalga boyuna bağlı olmasıdır. İnsan gözü, dalga boyu 380 ile 780 nanometre arasında bulunan ışınımlara duyarlı olduğundan, bu dalga boyları arasındaki ışınımlara IŞIK denmektedir. Fakat ışınımlar dalga boyları bakımından süreklilik göstermekte, aktinik etki, büyüyen dalga boyuna göre logaritmasal olarak sürekli bir biçimde azalmakta, ışık bölgesinde bile yok olmamaktadır.

ÇİZELGE-2
Işık kaynaklarının bağıl zarar oranları ve morüstü ışınım içerikleri


(Bu çizelgede, son zamanlarda, yanlış olarak aşırı derecede kullanılmaya başlanan akkor halojen lambalar yer almamıştır. Bunun nedeni, bu lambaların (220 ve 12 volt halojen tüpler ve spotlar) klasik akkor lambalar türünden olmalarıdır. Işık renklerinin biraz daha beyaza yakın, zararlı ışınım içeriklerinin biraz daha yüksek olması dışında bir özellikleri yoktur.)

Günümüzde teknolojinin her geçen gün biraz daha gelişmesi ve yeni buluşların yapılması ışınım hakkında bazı gelişmelerin sağlanmasına yardımcı olmuştur. Ama bu gelişmeler yapay aydınlatma elemanlarının nesne üzerindeki zararlarını tamamen yok edememiştir. Morüstü ışınımların kullanıldığı bir aydınlatmada nesneye zarar verebilecek oran oldukça yüksektir. Teknolojik bir yardımla bu morüstü ışınımların tamamını geçirmeyen bir süzgeç yoktur. Kullanılan süzgeçler morüstü ışınımları en aza indirmenin yanı sıra ışınımın da rengini sarıya çevirmektedir. Bu sarı renkli ışınımın kullanılacağı sergi nesnesin de belli sınırlamalar getirmektedir. Yalnızca mat ya da tek renkli nesnelerin aydınlatılmasında kullanılabilmektedir. Çok canlı renklere sahip olan bir nesne üzerinde kullanmak oldukça imkânsızdır.

SONUÇ
Müzelerin öncelikli olarak benimsediği düşünce tarzı; toplama, koruma ve teşhirdir. Ama tüm bunların uygulanabilmesi için iyi tasarlanmış bir mimari binaya gereksinim vardır. Gerekli odalar, giriş alanı, depolar ve koridorların teknik elemanlarla donatılmadan hiçbir fonksiyonları olamaz. Yeni tasarlanmış Müze Binası için her şey düşünülmelidir. Tüm bu açıklamalar doğrultusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta bir Müze için yeni tasarlanacak bir binanın teknik donanımlarının unutulmamasıdır. Bu bina eğer tarihi bir bina olacaksa da teknik elemanların yerleştirilmesine uygun bir mimari yapıya sahip olması gereklidir

Hiç yorum yok: