23 Aralık 2011 Cuma

CRYSTAL PALACE'IN (1851) "MÜZE TARİHİ" AÇISINDAN ÖNEMİ




Büyük bir sergi organizasyonu olan Crystal Palace, döneminin yetenekli bireylerinden biri ve endüstri tasarımcısı Henry Cole (1808-1882) tarafından düzenlenmiştir. Cam cephe uygulamalarının ilk örneği olan Crystal Palace,  4 Temmuz 1850 tarihinde yapılan bir oylama sonucunda 119’a karşı 120 oy ile Londra Hyde Park’a inşa edilmiş bir mimari eserdir. Bu mimari eser için bir proje yarışması (8 Nisan 1850) düzenlenmiş ve toplam 233 adet proje başvurusu alınmıştır. Ancak bu projelerin hiçbiri kabul edilmemiş ve 11 Haziran 1850 yılında peyzaj mimarı Joseph Paxton’nun  üç günde hazırladığı eskiz çizimleri  yapım komitesi tarafından beğenilerek uygulamaya konulmuştur. Dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanan mimari eser 1851’de 70.000m2 lik bir alana inşa edilmiştir. Joseph Paxton’un tasarladığı bu mimari eserin yapımında malzeme olarak 90.000m2 cam, 3.800 ton dökme demir ve 700 ton işlenmiş demir kullanılmıştır. 563m x 124m ölçülerinde ve 40m yüksekliğinde olan yapının iç hacminde ise galeriler için 7,5m x 15m genişliğinde alanlar oluşturulmuştur. Toplam 13,973 sergi galerisi bu fuar alanının parçası olmuştur.

Binanın strüktürünü oluşturan kolon ve kirişler prefabrike olarak üretilmiş; uygulama alanında hidrolik bir presle dayanıklılık testinden geçirilmiş, vinçler kullanılarak birleştirilmiştir. Binanın getirdiği en önemli yenilik tüm bileşenlerinin endüstriyel olarak üretilmesi, prefabrikasyon yönteminin kullanılarak yerinde montajıdır. Fuar süresince gördüğü ilgiden dolayı sergi sonrası sökülerek Syndenham’a taşınan yapı, 1936’da yanmıştır.1853 New York Sergisinde de Crystal Palace  ismi ile bu yapının bir benzeri inşa edilmiştir.

Ayrıca dış çevre ile uyumlu olması açısından yapının içinde kalan ağaçlar kesilmemiş, bu dev ağaçlar için tavanda organik yapıyı andıran camdan bir kubbe yapılmıştır. Tamamen demir ve cam kullanılarak inşa edilen Crystal Palace yapısının saydam olmasından dolayı Kristal Saray adını almıştır. Demir ve camın kullanıldığı Crystal Palace için aynı zamanda tartışmalar da gündeme gelmişti. Bu tartışmaların başlıca nedeni ise taşıyıcı yapıda kullanılan malzemelerin sağlamlığıydı. Sergiye gelecek olan izleyici kitlesinin yaratacağı titreşimlerin binayı yıkma tehlikesiydi. Bir deney yapıldı: Projenin küçük bir versiyonu inşa edildi. Önce 300 inşaat işçisi, ritmik ve gayri ritmik şekillerde aynı anda binada yürütüldü; aynı anda sıçratıldı. Ardından, piyade birlikleri ve maden işçileri getirildi ve uygun adım binayı boydan boya yürütüldüler. Esneme, yarım cm. kadar olarak ölçüldü; bina emniyetliydi; inşaata devam edildi. Saxe-Coburg Prensi Albert’in desteğiyle düzenlenen bu sergi endüstriyle ilgili her türlü malzemeyi içermekteydi ve proje olarak Victoria&Albert Museum’un kurulması için atılan ilk adım bu sergi projesi olmuştur. (Prens tarafından Londra tasarım Okulu’na müdür olarak atanan Henry Cole girişimci ve ileri görüşlü yapısı sayesinde prensin saygısını kazanmıştır ve Victoria&Albert müzesinin kuruluşunda prens ile birlikte çalışmıştır). Crystal Palace’tan yıllar önce 1829 yılında Paris’te Pierre Fontaine tarafından yapılan Galerie d’Orleans’ın  cam cephe uygulamasının kullanıldığı bir mimari yapı olmasına rağmen dönemi çin Crystal Palace kadar etkili olamamıştır. Gün ışığını içeri alan ve büyük bir ferahlık hissi veren camlı yapıların mimari tasarımlar için tercih edilme sebeplerinin ilk nedeni idi. Demir ve camı birlikte kullanan mimarlara karşı o dönemlerde bir ön yargı oluşmuştu. Bu eleştirel düzeydeki düşünce ise şu şekilde gerçekleşmekte idi; camlı yapıların mühendisler tarafından yapılabileceği, mimarın mesleğiyle hiçbir ilişkisi olamayacağı ve mimarın işinin taş ile olabileceği vurgulanmaktaydı. Buna bağlı olarak Crystal Palace’ın da bir mühendislik harikası olarak görüldüğü bilinmekteydi. Bu karşı duruşu 19.yy’ın kuramcıları olan Pugin ve Ruskin göstermekteydi. Crystal Palace’tan sonra 1854-60 yılları arasında inşa edilen Oxford Üniversitesi Doğa Tarih Müzesi  mimarları Benjamin Woodward ve T.N. Deane için başarılı bir eser olarak görülmekteydi. The Building News adlı süreli yayının eleştirmeni yapının Crystal Palace mimarisinin Gotik uyarlamasının evrensel geçerliliğine kimseyi ikna edemeyeceğini yazıyordu. Tüm bu eleştirilere rağmen mimarinin geleneksel kapalı mekan düşüncesinin yerini açık mekansal süreklilik almıştır. Crystal Palace cam malzemenin kullanımında bir dönüm noktası olmuş, cam altında yaşam başlayarak mekan yeniden tanımlanmıştır. Cam artık ışık girişine olanak sağlayan bir malzeme olmakla kalmayıp estetik ve simgesel anlamlarda üstlenmiştir ve birçok ressam ve heykeltıraş için cam bir sanat nesnesi olarak kullanılmaya başlanılmıştır (örn; cam sanatçısı Elaine Miles).

19. yy’ın en görkemli yapıları arasında neredeyse ilk sırayı alan Crystal Palace bir fuar merkezi olarak inşa edilmişti. Bu düşünceyle uygulamaya konulan mimari yapı İngiltere’nin Endüstri Devrimi döneminin sanayi gücünü sergilemeyi amaçlıyordu. Ticareti geliştirmek ve uluslar arası piyasada söz sahibi olmak isteyen İngiltere için çok önemli bir araç olmuştur. “Great Exhibition of the Industry of All Nations” isimli sergi ile açılışı yapılan fuar, İngiltere için çok büyük bir övgü olmuştur. Uluslar arası bir sergi olması açısından 6 milyon civarında bir ziyaretçi akınına uğramıştır. Dolayısı ile bir anda oluşan bu ziyaretçi akını sonucunda tren ve tramvay sistemlerinin oluşmasına ihtiyaç duyulmuş ve geniş bulvarlar oluşturulmuştur. Ziyaretçi sayısının çokluğuyla böyle bir ihtiyaca gerek duyan İngiltere maddi yönden çok büyük bir gelir elde etmiş ve Londra dünya başkenti olma yolunda büyük bir adım atmıştır. Joseph Paxton başarılı bir fuar tasarımı yapmasından dolayı sergiden hemen sonra “Şövalye” unvanını almıştır. Serginin bitişine takiben önceki yerinin güney batısına, Sydenahm Hill’e binanın sökülerek eski yapıya sadık kalınarak yeniden inşası yapılmıştır (1852-54). Aynı dönemde Fransa imparatoru III. Napolyon, İngiltere’nin bu ani yükselişine karşı bir şeyler yapmak niyetinde idi. İngiltere’nin üstünlüğünü kabullenemeyen ve büyük kentsel sorunlar yaşayan Fransa, Paris’i en güzel başkent yapmak için projeler geliştirmeye başlamıştır. Baron Haussmann’ı görevlendirerek Paris’in yirmi yıl boyunca altyapısını ve peyzajını tasarlayıp uygulayarak Paris’e yeni bir kimlik kazandırmıştır. Bununla birlikte bu süreç içerisinde 1867’de Paris “Evrensel Sergi”yi organize etti ve İngiltere sergisinin yatayda oluşturdukları çelik konstrüksiyon Crystal Palace’a karşılık olarak dikeyde Eiffel Kulesi’ni  Paris’in simgesi olarak inşa etmişlerdir. Sergi bitişinden itibaren Crystal Palace artık havai fişek gösterileri ile başlatılan balon, bisiklet, araba, motor yarışları ve futbol finalleri için bir mekan olmuştu. 1936’da trajik bir yangınla yok oluncaya kadar . Crystal Palace Şirketi tarafından inşa edilen ve yangında çok az hasar gören “Mühendislik Odası”  şu anda Crystal Palace Müzesi’nin bir parçasıdır ve yangında kurtarılmış olan birçok seramik  ve fotoğraflar muhafaza edilmektedir. Crystal Palace’a ait her şey bu binada hikayesel olarak yaşatılmakta ve ziyaretçilerin bunu hissetmesi sağlanmaktadır.
Crystal Palace’ın mimarisinde taşıyıcı malzeme olarak demirin kullanımı ve bu taşıyıcı malzemenin örtüsünün de cam ile oluşturulması çok önemli etkiler bırakmıştır. Camın yapısal özelliği ile elde edilen şeffaflık, dışarısı ile içerisinin birliktelik ilişkisini sağlamakla kalmamış doğal ışığında kapalı bir mekanın içerisine girmesini sağlamıştır. Bu bağlamda Crystal Palace döneminin ve sonrasının mimarları için bir örnek model olmuştur. Ünlü mimar Peter Behrens’in AEG Türbin  tesisi (Berlin 1909) 25mt açıklıklı büyük hol, üç mafsallı çelik çerçeve sistem ile yapılaştırılırken büyük şeffaf alanlar oluşturulmuştur. Bir diğer ünlü mimar Frank Lloyd Wright’ta cam yüzeylere ışığın maddeleşmesi olarak bakmaktaydı ve Larkin  (Buffalo, USA, 1910) binasının “plate glass” pencerelerinin kendi buluşu olduğunu ve binayı inşa ederken de kendisini Leonardo gibi hissedeceğini yazacaktır. Bununla birlikte Wright’ın tasarımını yaptığı ve 1936’da başlayıp 1944’te bitirdiği Johnson Wax Building’tir. Johnson Wax idari binası ilginç narin ve uzun mantar kolonlarıyla “tabular glass” camlarıyla, açık – özgür – organik bir plana sahiptir. Yapının ana malzemeleri betonarme, tuğla ve camdır. Özellikle mantar başlıklarının çevresindeki şeffaf tavandan aşağıdaki büyük hole yayılan ışık kalitesi döneminin tasarımı olarak bakıldığında eşsizdir. Wright’ın Johnson Wax binasın da ilk kez kullandığı tavanı oluşturan bu yarı saydam pyrex tüplü camlar ile merkezi çalışma holüne süzülmüş kaliteli doğal ışık verebilmiştir. Yan yana monte edilen bu tüpler yataylık hissini verebilmeleri, dayanıklılıkları ve yarı saydamlık özelliklerinin dışında gece olduğunda da güneş hissini veren bir parlaklığa da sahiplerdi. Bir diğer önemli tasarımı ise 1959’da ziyaretçilerin hizmetine sunduğu Guggenheim Museum’dur . Giriş alanının geniş ve yüksek tavanlı ve tavanın da camlı bir yapıyla oluşturulması mimari açıdan müze mimarisinin Crystal Palaca’a dayandığı söylenebilir. Bir diğer önemli mimar Bruno Taut’un Köln’de inşa ettiği Cam Sanayi Pavyonu’dur  (Köln 1914). Glass Pavillion olarak bilinen yapı bir kubbe görünümünde ve aynı Crystal Palace gibi camlarla kaplıdır. Yine camlı alanlar ile gün ışığının içeriye girmesini hedefleyerek uygulanan bir diğer önemli yapı da Walter Gropius’un inşa ettiği Edificio da Bahaus’tur  ( Dessau 1926).

Crystal Palace’ın müzecilik açısından bakıldığın da en önemli etkisi müze mimarisinde organik mimari ve açık plan anlayışını oluşturmasıdır. Mekanda süreklilik, ışığın bazı müze yapılarında tüm binada dağılımı, bazı müze yapılarında ise girişte bulunan toplanma alanlarının gün ışığıyla aydınlatılması ve ayrıca yapının içten ve dıştan şeffaflığı amaçlanılmıştır. Bu bağlamda bakıldığında mimar Louis Kahn’ın 1972’de Texas’ta yaptığı Kimbell Müzesi  farklı bir mimari eserdir. Sergi salonlarının birbirine bağlı betonarme tonozlardan oluşmuştur. Bu kurşun kaplı öngerilmeli beton tonoz modellerin tepesindeki birleşim yerleri gün ışığının içeri girebilmesi için çizgisel bir açıklık bırakılmıştır. Bu açıklık sürekli bir ışıklık yapmak üzere delinmiş, içeriye giren doğal ışık bir dağıtıcı elemanın yardımıyla tüm yüzeylere dağıtılmış ve birbirinden kopuk gibi görünen tüm tonozları ışık yardımıyla birbirine bağlamıştır. Cam ve ışığın sanat nesnesi olarak kullanılmaya başlanmasına paralel bir benzerlik gösteren mimar Carlo Scarpa’dır. Scarpa’nın mimari tasarımlarında özellikle sanat nesnelerinin varlığını belli etmek ve onların değerlerinin ışığın yardımıyla fark ettirmektir. 1964 yılında Castel Vecchio Müzesi’nin  (Verona, İtalya) restorasyonunu yaptığı sıra da müzede sergilenen heykellerin görünebilirliğini sağlamak amacındaydı. Müzenin köşe duvarlarını kırarak pencereler eklemiş ve farklı alanlarda ki sanat eserlerinin varlığını gösterebileceği engel olarak gördüğü duvarlarda da delikler açmıştır. Böylelikle müze saydam bir kimlik kazanmış ve içyapının sahip olduğu tüm değerler dışarıdan görülebilmiştir. Wright’ın yaptığı gibi kapalı bir kutuyu parçalara bölmüştür. Müze mimarisinin sanat esersine verdiği değeri kanıtlar boyuttaki bir diğer örneği ise Renzo Piano’nun tasarladığı cam ve doğal ışığın bir arada kullanıldığı Fondation Beyeler’dir  (Basel, İsviçre). 1997 yılında kurulan müzenin kurucusu Ernst Beyeler’dir. Tavanının tamamı ve duvarlarının büyük bir bölümünü cam pencereler oluşturan müzenin aydınlatılması hem doğal ışıkla hemde yapay ışıkla sağlanmaktadır. Mimari açıdan en önemli özelliklerinden birisi, sanat eserleri için mekansal bir birliktelikle sanat eseri ve insan ilişkisinin sağlanmasıdır. Monet’in göl konulu tablosunun bulunduğu sergi mekanının pencereli alan önünde oluşturulmuş yapay göl ile tablonun konusu hikayesel olarak canlandırılmaktadır. Gün ışığının gölden içeri gelen ışık yansımalarının Monet  tablosunun üzerine verilmesi sayesinde “Göl” konulu tablonun izleyiciler tarafından bakıldığında canlıymışçasına algılanması sağlanmıştır. Işığın ve camın müze mimarisinde farklı amaçlarla kullanılmasının bir örneğidir Beyeler.

Renzo Piano ve Richard Rogers’ın 1977’de tasarladığı Center Pompidou’da  cam ve doğal ışık birlikteliğinin kullanıldığı bir mimari eserdir. Şeffaflığı sayesinde dış mekanla iç mekanı birleştirmiş ve içerisindeki olaylar hakkında da dışarıdan geçen insanlarda büyük bir merak uyandırarak müze binası içerisine adeta davet etmiştir. Aynı paralelde işler yapan Leoh Ming Pei için büyük övgüler getirmiş olan Louvre’nin  restorasyon geçirdiği dönemdir (1983-93). Cam bir piramit inşa eden Pei böylelikle Louvre’a kolaylıkla görülebilen bir merkezi giriş sağlamıştı. Müzenin tarihi dokusunu bozmadan ziyaretçilerin hem tarihi dokuyu görmelerini hem de sergilerde sunulan sanat eserlerini izleyebilmeleri sağlanmıştı.

Hiç yorum yok: