23 Aralık 2011 Cuma

SANAT ESERLERİNİ ARAÇ HALİNE GETİREREK KİTLELER ÜZERİNDE OLUŞTURULAN BASKICI TUTUMLAR

Geçmişte politik iradenin sahibi olanlar yönetmekte oldukları topluma ne düşüneceklerini ve neleri kabul etmeleri gerektiğini göstermek için anıt heykelleri kullanmaktaydılar (Ancak yaşadığımız son yy'da alevlenen sanat ve sanatçı hareketleri sayesinde anıt heykeller kendi ifade özgürlüklerini kazanabilmişlerdir). Meydanlara dikilmiş olan anıtlar dikildiği yıllarda ki politik yönetimin kitlelere zorla kabul ettirdiği bir dil/düşünce olmuştur. Zorla dayttrıdığı ve kendine simge edindiği anıt heykellerin kitlelere verdiği mesaj tamamen iktidardakilerin hakla neyi almaları gerektiğini gösterir bir dilin sözcüsü gibiydiler. Yönetimdeki iktidar, sanatın evrelerini bilemez, bilmeye de ihtiyaç hissetmemektedir. İktidarın tek arzusu meydana konacak olan heykelin temsil ettiği, geçmişten gelip geleceğe gidecek olan o günün egemen ideolojisidir. Meydan bu görüşle neredeyse fethedilmelidir. Sanatçının dili, sanatla oluşturduğu dil üslubuyla aktardığı görüşü, bu görüşün o kamusal alandaki etkisi, hergün karşılaşan insanlarla heykelin diyalogu, sosyolojik ve toplumsal çağrışımları yönetimin umurunda değildir.
Özellikle bilgi nesnesi haline gelen sanat eserine sanatçının kişisel veya toplumsal kültürünün bir taşıyıcısı olarak bakılmaya başlanması kavramsal sanatla gündeme gelmiştir. Kavramsal sanatın içerisinde oluşan minimal sanat ise asıl sorgulamaların başlamasını sağlayan bir sanat yöntemi olmuştur. Minimal sanat ile başlayan heykelde kaidenin sorgulanması ilk olarak Ferguson ile başlar(1950-60’lı yıllar). Bu sorgulama heykelin kaidesi ile ilgilidir. Kaidenin mutlaka bir milli görüşü simgelediği, ırkla ilgili bir bağlantısı olduğu ve izleyicinin daha alt sınıfmış gibi görüldüğü bir düşünceyi içermesi tartışılmaktadır. Tüm bu tutarsızlığa karşı-duruşu ilk olarak minimalist heykeltıraşlar sergilermişlerdir. En etkili karşı duruş (bu aynı zamanda kitlenin karşı duruş özelliğide taşır) Do Ho Suh’un “Public Figüres” isimli anıt çalışmasıdır (1998). Bu çalışması ile kaideyi sorgulayan sanatçı özellikle kaidenin üzerinde bulunan heykelin izleyicinin daha yükseğinde bulunması ve dolayısı ilede halkın önemsiz ve ikinci sınıf olduğunu düşünen baskıcı bir zihniyetin dili olduğunu sorgular niteliktedir. İşçileri simgeleyen onlarca küçük heykelcik bir grup halinde ve birlerine destek olur vaziyette yanyana ve arka arkaya sıralanmış olarak tonlarca ağırlıkta bir kaideyi taşımaktadırlar. Sanatçının bu işi tamamen iktidarı eleştirir bir özelliktedir. İktidara karşı sessiz ama etkili bir dille yani heykeli ile, siz ne kadar baskıcı ve kendi isteklerini zorla kabul ettiren kişiler olursanız olun bizler bu baskılar altında kesinlikle ezilmeyiz ve birbirimize her zaman destek olacağızı söylemektedir (resim 1).
Resim 1

Ayrıca Do Ho Suh’un buna benzer bir diğer çalışması ise 2003 yılında sergilediği “Karma” isimli eseridir. Bu eserinde yine işçileri konu almıştır ve bu işçilerin sırtından geçinen büyük yöneticilere bir göndermede bulunmaktadır. Her ne olursa olsun yine ezilmeyen ve yılmayan bir işçi profili bulunmaktadır. Her türlü baskıya karşı yine aykta dimdik durabilen ve birbirlerini destekleyen işçilerden oluşan bir grup bulunmaktadır (resim 2).
Resim 2

Kitlenin sözcüsü olmuş bir diğer sanatçı ise Daniel Büren’dir. Büren Paris Royal Palas’ta bir sarayın avlusuna bir yerleştirme çalışmıştır. Bu çalışması onlarca sütundan oluşmaktadır. Bu sütünların hepsi aynı genişlik ve uzunluktalar. Ama bazı sütünlar yarısına kadar bazıları ise üstten daha az bir kısmı görülecek şekilde meyandaki zemine gömülmüştür. Krallık hükümlerinin yaşandığı zamanlarda kullanılan bir balkonun önü sanatçı için çalışma alanı olmuştur. Bu alanı seçmesindeki neden ise kralın ve ondan sonra gelen yöneticilerin o balkonu kendi düşüncelerini halka söylemek için kullanmalarında yatmaktadır. Bu alan halkın erişemeyeceği ve yüce alanlardır. Ama sanatçı bu erişilmezliği ve yöneticilerin baskıcılığını tamamen yoketme yolunu seçmiştir. Sergilediği sütunlara oradaki halk hem dokunabilmekte hemde üzerlerine rahat bir şekilde tırmanıp oturabilmektedirler. Dolayısı ile sanatçı sarayın bu erişilemezliğini, yüceliğini ve halk üzerindeki baskısını yoketmekle kalmayıp aynı zamanda halkın da yüce ve değerli olduğunu göstermektedir (resim 3).
Resim 3

Bu tür karşı duruşlara ek olarak özellikle kitlelere karşı uygulanan ırkçılık sorunu hakkında sanatsal çalışma örneğini ise Alicia Framis isimli sanatçıdan görebiliriz. Avrupa ülkelerinde yerel yönetim tarafından uygulanan şiddet içerikli ırkçılık politikaları sanatçının dikkat çekmek için ele aldığı bir konudur. Sanatçı, ırkçı grupların, göçmenlerin üzerine saldıkları vahşi köpek ısırmalarına karşı dayanıklı, yanmaz, su ve hatta kurşun geçirmez bir malzemeyle oluşturduğu elbiseyi, ırkçılık olaylarının yaygın olduğu Avrupa şehirlerine dağıtıyor (resim 4). Altın sarısı renkli, üzeri ‘burası senin ülken değil’ yazılı bu elbiseyle şehirlerin meydanlarında dolaşan koyu renkli göçmenleri kamusal alanlarda canlı heykel olarak tanımlayan Framis; “büyük kitleler için sanatı ya da sanatın sonsuza kadar yaşayacak değerini savunmuyor, sadece deneyimin değerli olduğunu ve ölü objelerin bu deneyimi hiçbir zaman iletemeyeceğini” düşünüyor. Yaşayan insanların birşeyler yapmasını ve birbirlerine sahip çıkması gerektiğini vurguluyor.
Resim 4.

Türkiye’de anıt bilinci siparişi veren egemen iktidarın temsilcisi ve yerel yönetiminin ideolojisi üzerinden oluşmuştur. Bu şekilde üretilmiş kaidenin üzerinde yükselen heykel, sadece heykeli var ederek ve yeni diyaloglar başlatarak meydanın tarihsel ve kültürel göstergeleri ile çağrışımlarını, bireyle olan ilişkisi ile heykelin var oluş sorunsallarını göz ardı etmiştir. Buna bağlı olarak Türkiye’de sanatçıların kamusal alanlarda kendilerini ifade edecekleri ve ürettikleri projeleri uygulayabilecekleri uygun platformlar bulmaları zor olmaktadır.

Hiç yorum yok: